ERDEMİN BAŞI DİL BAYRAMI 90.YILINDA
YAHYA AKSOY
“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.Türk dili,dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin.
Ülkesini,yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Atatürk
“…Savaştır,durur yüreğinde/Yeryüzü ağırlığınca bir yas/Ne dedin ey ulu dil/Barışlar için/Kanı kan ile yumas.
Bakışlarınca sımsıcak/Sevgilidir yıldızla tırtıl/Ey ulu dil ne buyurdun kurda kuşa uluslara/Erdemin başı tıl-dil…”
Kaşgarlı Mahmut
“Türkçem, ağzımda anamın ak sütü gibidir” Yahya Kemal
1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”la Harf Devrim yapıldıi. Ulusun
yaşamında tarihin ve dilin öncelikli ve önemli yerini çok iyi bilen ve değerlendiren Atatürk , Türk tarih Kurumu ve
Türk Dil Kurumu’nu kurmuş ve değişik alanlardan 713 dilsever delegenin katıldığı kesintisiz dokuz gün süren ”
I.Türk Dili Kurultayını “nı 26 Eylül 1932 ‘de aydınlatıcı öncülüğünde başlatmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek Türk kültürü temelinde yükseldiğini belirten, kültürün en önemli ögesi olan dile her zaman büyük
önem veren, 1924 yılında Türkiyat Enstitüsünün kuruluşuna öncülük eden, 1926’da Bakü’deki Birinci Türkoloji Kurultayı’na
temsilci göndererek Türk dünyasında ortak dil ve abece konusundaki gelişmeleri yakından izleyen, 1928’de Harf Devrimi’ni
gerçekleştiren Atatürk, 12 Temmuz 1932’de de Türk dilinin öz güzelliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine
yaraşır yüksekliğe eriştirmek amacıyla Türk Dil Kurumunun kuruluşuna öncülük etmiştir.
Kurumun kuruluşunun hemen ardından Türkçenin geliştirilmesi, zenginleştirilmesi ve özleştirilmesi yolunda yapılacak çalışmaları
belirlemek düşüncesiyle de bir kurultay düzenlenmesi talimatını vermiştir. Yeni kurulmuş olmasına karşın Kurum, kısa sürede
çalışmalarını tamamlayarak 26 Eylül 1932 günü Dolmabahçe Sarayı’nda Birinci Türk Dil Kurultayı’nın toplanmasını sağlamıştır.
Türk Dil Kurumunun kurucu ve koruyucu Genel Başkanı Atatürk dokuz gün süren kurultay oturumlarının tamamına katılmış,
bütün tezleri (bildirileri) dinlemiş, oturum aralarında dil bilginleriyle sohbet etmiştir. Yurt dışından dil bilimcilerin de katıldığı
kurultayı üç bine yakın dinleyici izlemiştir. Kurultayın son günü başkanlığa bir dilekçe veren şair ve yazar Halit Fahri Ozansoy, bu
büyük toplantının Türk dilinin bayramı olduğunu, bu nedenle açış günü olan 26 Eylül’ün Dil Bayramı olarak kutlanmasını
önermiştir. Kurultay üyelerinin oy birliği ile kabul ettiği bu önergeyle 26 Eylül günü, ülkemizde Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.
2001 yılında toplanan Avrupa Diller Yılı toplantısında Türk Dil Kurumunun önerisiyle Avrupa Konseyi de 26 Eylül’ü Avrupa Diller
Günü olarak kabul etmiştir.
“Büyük savaşlarında Türkçe’nin/Sen dil eri,
İşte yapıtın göz alan renklerle ulaşır/Ta bugüne dek/Ta oralara ileri…” Fazıl Hüsnü Dağlarca
XI.yüzyılda yazdığı Türkçenin Büyük Sözlüğü -Divanü Lügat-it- Türk, adlı eser ile, dil ve kültür tarihimize
damgasını vuran ve ” Erdemin başı dil” diyen Kaşgarlı Mahmut, büyük şair Dağlarca’nın dediği gibi öncü ve örnek
ulu bir dil eridir.
XI. yüzyılın ikinci yarısında Batı Türkistan’ın Çimkent şehri Sayram kasabasında dünyaya gelen, Türkistan
Tasavvufunun kurucusu sufî bir şair ve hikmetleriyle Türk Milleti’nin manevi hayatında asırlardır etkin ve saygın
bir yeri bulunan “Pir-i Türkistan diye anılan Ahmed-i Yesevî, Türk kültürü ve dilinin temel taşıdır.Bir şiirinde şöyle
demekte:
“Sevmiyorlar/Sizin Türkçe dilini/Bilgelerden işitsen/Açar gönül ilini/Ayet hadis anlamı/Türkçe olsa duyarlar/Anlamını
bilenler/Başı eğip uyarlar/ Miskin Zayıf Hoca Ahmet/Yedi atana rahmet/Fars dilini bilir de/Sevip söyler Türkçeyi.”
Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de Türkçe’yi beyliğinin resmi dili yapmasına ithafen her yıl bu tarih Türk Dil Bayramı
olarak kutlanıyor. “Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve dîvânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil
söylemeyeler. (Bugünden sonra divanda, dergahta mecliste ve meydanda Türk dilinden başka dil konuşulmayacaktır)”
.
“Türk diline kimseler bakmaz idi/ Türklere hergiz gönül akmaz idi/ Türk dahi bilmez idi bu dilleri/İnce yolu,ol ulu
menzilleri” diyen, 12000 beyitli Türkçe Garipnâme yazarı ,Horasan’dan Anadolu’ya göçen Türkmen oymaklarından
tanınmış mutasavvıf Baba İlyas’ın torunu, Türk dilinin savunucusu Kırşehir’de yatan ve şiirlerinde âşık mahlasını
kullanan Alâddin Ali- Âşık Paşa XIV. yüzyılda acı bir şekilde yakınmıştı.
Bilim ve tasavvuf şehri Ahiliğin merkezi Kırşehir’in ,ilk ismi Gülşehir olduğu için Gülşehrî adını alan Ahmed, ahiliğin
kurucu ustası Ahi Evran’dan sonra bu teşkilatın başına geçmiş ve arı duru Türk dilinin, Farsça ve Arapça’dan üstün
olduğunu ve tatlı bir uyumu bulunduğunu Mantıkud-Tayr (Kuş Dili) eserinde savunmuş bir dil eridir.
15.yüzyılda ” Ben kalemimle Türkçe yazdığım şiirlerle Türk Dünyası’nı birleştirdim.Onları tek memleket haline
getirdim ” diyen ve Klâsik Çağatay dil ve edebiyatını kuran ,90 adedi kervansaray olmak üzere köprü ve medrese
gibi 370 hayırlı eser ortaya koyan Ali Şir Nevâî (1441-5501) Çağatay Türkçesi’nin (15.ve 19.yy.lar arası) dil eri
olarak köşe taşı olmuştur.
Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu kurularak akademik çalışmalara hız verildi. Yurt genelinde okuma –yazma
seferberliği başlatılarak yurdumuzun her tarafı okul haline getirildi. Bu aylarda Anadolu’yu dolaşan bir Fransız
gazeteci- yazar izlenimlerini şöyle anlatmaktadır:”Ankara’dan Diyarbakır’a, Sivas’tan Konya’ya kadar gittim.Hemen
her köy ve kasabada durdum. büyük bir halk kitlesinin gayretine yakından tanık oldum.Gençlerin ve ihtiyarların yeni
yazıyı öğrenmek için gösterdikleri gayret pek dokunaklı idi….”
“Mustafa Kemal’in açık ve çelişkisiz bir dünya görüşü vardı. Parlak zekâsı,tarih olaylarını en iyi değerlendirmeyi
biliyordu.” Herbert Melzıg (Alm.)
“Türkçe çok zengin bir dildir.” Gürcü Türkolog Abuladze
“…Dört mevsim güzeldir yurt dilim dilim/Yedi dil bilsem de TÜRKÇE öz dilim/Türk kültürü külliyetli bir ilim/Buna
çalışmakla erilir oğul…” H.İbrahim Güleç- Âşık Beyanî (Ödül alan “OĞUL” şiirinden.)
“Türk dilinde ise, her şey apaçık ve aydınlıktır. İnsan billurdan bir arı kovanındaki petekleri izler gibi, dilin iç ve dış
yapısını net olarak görebilir. Türk dili, seçkin bir bilginler akademisinin uzun bir çalışmasının sonunda meydana
getirdiği mükemmel bir dil görünüşündedir. Steplerde kendi başlarına yaşayan göçebe bir halkın, doğuştan edindiği
dil duygusu ile meydana koyduğu Türk dili, dünya yüzündeki benzerlerinden hiç de aşağı değildir. Kaldı ki, hiçbir
akademik kurul, Türk dili kadar güzel bir dil yapamaz.”Friedrich Max Müller(Almanca, İngilizce, Yunanca, Latince,
Farsça, Arapça ve Sanskrit dilleri uzman.)
“Birçok yabancı dil bilirim. Bu diller arasında Türkçe öyle farklı bir dildir ki, 100 yüksek matematik profesörü bir
araya gelerek Türkçe’yi yaratmışlar sanki..Bir kökten bir düzine sözcük üretiliyor. Ses uyumuna göre anlam
değişiyor.Türkçe öyle bir dildir ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.”
Prof. Dr. David CUTHEl –Türk Arş.Enst.Başkanı.
Sami Biberoğulları, değerli araştırmalarında Türkçenin tarihi yolculuğuna ışık tutmakta:
“Türk dünyasının bilinen en eski Türkçe sözlüğünün Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmış olan Divan-ı Lügatü’t
Türk olduğunu biliriz.Bu eser iki amaçla yazılmıştır: 1- Araplara Türkçeyi öğretmek 2- Türkçenin Arapçadan daha
üstün bir dil olduğunu kanıtlamak…Türk Dünyası bu eserin varlığından haberdardır ancak esere 1914 yılına kadar
herhangi bir yerde rastlamak mümkün olmamıştır…
Bu kitabın varlığından başka kitaplar sayesinde haberdardık. Mesela Divan-ı Lugâtü’t-Türk’ten ilk söz eden Antepli
Aynî diye de tanınan Bedreddin Mahmud’dur. ‘’İkdü’l-Cuman fi Tarih-i Ehli’z-Zaman’’ adlı eserinin birinci cildinde
Kâşgarlı Mahmud’un eserinden yararlandığı görülmektedir. Aynî, yalnızca bu eserinde değil kardeşi Şahabeddin
Ahmed ile birlikte yazdığı ‘’Tarihü’ş-Şihabî’de’’ de Divan-ı Lugatü’t-Türk’ten yararlanmıştır. Daha sonra Kâtip Çelebi
ünlü eseri Keşfü’z-Zünûn’da Divan-ı Lugatü’t-Türk’ü anmıştır…
Eski maliye nazırlarından Nazif Bey kitabın değerli bir kitap olduğunun farkındadır ama ne kadar değerli olduğunun
farkında değildir. O sebeple kitabı ölmeden önce yakını olan bir kadına hediye eder ve ona der ki: ‘ Bu kıymetli bir
kitaptır. Başın sıkışınca bunu satabilirsin. Ama 30 liradan aşağıya satma.’
Bir zaman sonra kadın paraya sıkışır ve kitabı alıp Bayezıt’taki Sahaflar çarşısına götürerek Burhan adlı bir sahafa
bırakır ve ‘’ Bunu benim için sat. Sen kaça satarsan sat bana 30 Lira ver yeter.’’ der.
Aradan biraz daha zaman geçer. 1914 Yılın başlarında Türk Kütüphaneciliğinin babası Ali Emirî Efendi her zaman
olduğu gibi sahafları dolaşmaktadır ‘’Yeni bir kitap düştü mü?’’ diye. Burhan Bey’in dükkanında Divan-ı Lügatü’t
Türk’ü görünce heyecan ve mutluluktan adeta kalbi duracak gibi olur ve 30 Lira kitap için 3 Lira da Sahaf Burhan
Efendiye komisyon ücreti olarak toplam 33 Liraya kitabı alır.Daha sonra Ali Emirî yeni edindiği bu kitabı sağda solda
anlatmaya başlar:
’Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir… Türkistan değil bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka bir
parlaklık kazanacak. Arap dilinde Sibeveyh’in kitabı ne ise bu da Türk dilinde onun kardeşidir. Türk dilinde şimdiye
kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi
gelmez… Bu kitapla Hz. Yusuf arasında bir benzerlik vardır. Yusuf’u arkadaşları birkaç akçeye sattılar. Fakat sonra
Mısır’da ağırlığınca cevahire satıldı. Bu kitabı da Burhan bana otuz üç liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli
ağırlığında elmaslara, zümrütlere vermem…’
Ziya Gökalp başta olmak üzere pek çok Türkçü bu kitabı görmek ister lakin Ali Emirî Efendi hiç kimseye göstermez.
Yine de eninde sonunda birilerine göstermek zorundadır zira kitap oldukça dağınıktır. Acaba elindeki kitap Divan-ı
Lügatü’t Türk’ün tamamı mıdır yoksa eksik bir kitap mıdır? Bu sorunun cevabını verebilecek tek kişi Kilisli Muallim
Rıfat Efendi’dir.Kilisli Muallim Rıfat Efendi kitap üzerinde tam iki ay çalışır. Formaları düzenler. Sayfalara numara
koyar ve müjdeyi verir: ‘’Bu kitap noksansızdır.’’
Talat Paşa bu eserin yok olmaması için bastırılmasını teklif eder. Sonuç olarak I. Dünya Savaşı yıllarında Divan-ı
Lügatü’t Türk, Ali Emirî Efendinin isteği üzerine Kilisli Muallim Rıfat’ın editörlüğü ile bastırılır. (Kâşgarlı Mahmud’un
Divan-ı Lügatü’t Türk’ü 25 Ocak 1072 günü yazmaya başladığı, 10 Şubat 1074 günü tamamladığı tespit edilmiştir.
Bu hesapça kitap ilk yazılıp tamamlandığı tarihten 840 sene sonra basılmıştır.)
Türk Dünyasının şaheseri olan Divan-ı Lügatü’t Türk tabii olarak diğer Türk Dünyasında da sevinç ve heyecana yol
açtı ve Türkiye dışındaki Türk ülkelerinde de bu kitabın yayınlanması için kollar sıvandı. Ancak ne yazık ki her kim
bu işe el attıysa maalesef katledildi.
Evet… Türk dünyasında ilk tercüme girişimi Azerbaycan’da oldu. Sovyet Bilimler Akademisi’nin Azerbaycan Şubesi,
bu iş için Halid Said Hocayev’i görevlendirdi. Hocayev, 1935-37 yıllarında bu görevi tamamladı. Fakat Hocayev ve
yardımcılarının başarısının mükafatı, ölüm oldu.
1937 yılında bu kez meşhur Uygur şairi ve eğitimcisi şair Muhammed Ali, Dîvân-ı Lügatü’t Türk’ü Uygurcaya
tercüme ettiği için katledildi ve bütün çalışmaları yakıldı. Bir diğer Uygur bili insanı Kutluk Şevki, hac yolculuğu
sırasında uğradığı İstanbul’dan Kilisli baskısını alarak ülkesine götürmüştü. Ancak bilim dünyasına hizmet için
giriştiği bu çaba maalesef sonu oldu.
Uygurlar, 1944 yılında Şarki Türkistan Devleti’ni kurduklarında, ilk iş olarak Divan-ı Lügatü’t Türk’ün tercümesi işine
giriştiler. Bu iş için meşhur âlim İsmail Damollam görevlendirildi. Birinci cildin tercümesi tamamlanmıştı ki, Rusya ile
Çin anlaşarak Şarki Türkistan Devleti ortadan kaldırdılar ve İsmail Damollam öldürüldü.
Şarki Türkistan’ın Kızıl Çin tarafından işgal edilmesinden sonra Uygur bölgesinde Sincan Özerk Yönetimi kuruldu.
Kaşgar bölgesinin Valisi Seyfullah Seyfullin, maddi kaynak da ayırarak tanınmış şair ve tarihçi Ahmed Ziyaî’yi,
Dîvân-ı Lügatü’t Türk’ün tercümesi için resmen görevlendirdi. 1952-54 yılları arasında Divanın tercümesi
tamamlandı ve Pekin’e basılması için gönderildi. Baskının giderleri de Kaşgar valiliği bütçesinden ayrılmıştı. Ancak
Pekin “karşı devrimcilik ve milliyetçilik” suçlamaları ile Ahmet Ziyaî’yi yirmi yıl ağır hapse mahkûm etti ve Ziyaî
cezaevinde işkence altında can verdi, divanın bütün tercümeleri de yakıldı.
Yılmayan Uygurların bir başka girişimi, 1960-63 yıllarında, Çin İlimler Akademisi Sincan Bölümü Müdür Yardımcısı
Molla Musa Sayrani tarafından hayata geçirildi. Fakat hem Sayrani hem de yardımcıları öldürüldü. Ayrıca
tercümenin metinleri de yakıldı.Uygurların Divan’a merakı bütün bu olanlara rağmen azalmamakta aksine
artmaktaydı. Halkın ve aydınların yoğun isteği ile Dîvân-ı Lügatü’t Türk, İbrahim Muti’in yönetiminde Abdusselam
Abbas, Abdurrahim Ötkür, Abdurrahim Habibulla, Abdulreşit Kerim Sait, Abdulhamit Yusufi, Halim Salih, Hacı Nur
Hacı, Osman Muhammed Niyaz, Emin Tursun, Sabit Ruzi, Muhammet Emin ve Mirsultan Osmanov’dan oluşan 12
kişilik komisyon tarafından tercüme edildi. Bu tercüme ile Divan, 1981-84 yıllarında Urimçi’de 3 cilt halinde ve 10
bin nüsha basıldı.Divan-ı Lügatü’t Türk, Kazakistan ve Azerbaycan’da ise SSCB’nin yıkılışından sonra
yayınlanabildi.”Sami Biberoğulları’nı bu değerli araştırmaları için kutluyorum.
Erdemin başı dil, bir ulusun kimliği , birlik, beraberlik ve varlık temelidir.Bu temeli bilgi ve bilinçle korumak,
geliştirmek ve yüceltmek en başta gelen ulusal bir görevdir. DİL BAYRAMI’nın 90. Yılını kutlarken,Türk Dili’ne
gönül ve emek veren başta Ulu Önder Atatürk olmak olmak üzere Türkçe’nin tüm dil ve gönül erlerini
selamlayarak, tüm gönüllerin, ulusal benliğimizin ve kimliğimizin temeli olan Türkçe sevdası ve bilinciyle
dolmasını diliyorum.