NEVZAT AKSOY
Değerli okuyucularımız,,.Daha önceden hak etmediğiniz ama size reva görülen sosyal ve ekonomik yüklerin ağırlığını yaşadığımız bu günlerde, küresel salgın musibeti de eklenince ne kadar zor günler geçirdiğinizi anlıyor, hep dua ediyorum.Bu samimi duygularımı ifade ederken, insanlığa hizmetin ne kadar büyük bir şeref olduğunu biliyor, anlıyorum. Ancak bu şerefe nail olan vesayetin hizmeti, seksen iki milyon insanımıza bir vefa olarak değil de, adeta bir cefa olarak yönetilmesine üzülüyor ve bir anlam veremiyorum. Vicdanım kabul etmediği için de, duaya sarılıp “Ya Rabbi, bana bir imkan ver de milletimize yardımcı olabileyim” demekten öteye gidemiyorum.Evet, biz insanlar olarak inancımız gereği Allah’tan gelen her türlü musibete itiatkar ve sabırlı olmalıyız. Hz. Mevlana’nın dediği gibi: “Sıkıntılar misafir gibidir; gelir gider. Önemli olan gönderenin hatırına misafire sabretmektir.”Ancak başka bir sıkıntı var ki, tamamen insani olan kötü yönetilmenin sonucu olarak millete çile ve yokluk çektirmek kader değildir. Hiçbir insanın, hiçbir yönetimin, hiçbir unsurun bunu yaşatmaya ne hakkı ne de haddesi olabilir. Zaten imanı kamil olan hiçbir vicdan da bunu kabul etmez ve etmemelidir. Bu duygularımı ifade ederken vatan, millet, devlet, bayrak sevgimizin bağlılığı her şeyin üstündedir.Milletinin, devletinin ve vatanının selameti için sancı çeken insanların işidir doğruları yazmak. Eğer bugün toplumumuzda rayında gitmeyen bir sıkıntı varsa, buna sadece seyirci kalıp sorunun daha da büyümesine fırsat vermektense, buna müdahale edip sıkıntıyı çözmek, temenni ve eleştiri yapmak, bunu anlamayan yönetimlere yolunu kaybetmiş bir insana yolunu bulması için verilmiş bir pusula olarak kabul edilmelidir.Peki, yirmi birinci yüzyıldaki bir çağda, devletin giderek milletinin sosyal refahını yükseltmesi gerekirken, işsizlik, yokluk ve açlık gibi sorunların giderek artmasını neye borçluyuz? Dünyada günde 25 bin insanın açlıktan öldüğünü ve bunu yıla vurduğumuzda korkunç bir rakamın ortaya çıktığını görmekteyiz.İşte ülkemizde en birincil sorun olan işsizlik ve yoksullukla tam anlamıyla bir savaş başlatmıyoruz. Bu sorun, rakamlara baktığımızda günümüzün hastalığı olan koronavirüsünden de büyük bir sorun olduğunu görmekteyiz. Peki, koronavirüse karşı tam bir seferberlik yapılabiliyorsa, neden yoksullukla ve işsizlikle, binlerce kapanan işyeri için bir savaş başlatmıyoruz?Haklısınız çünkü bu virüs hiçbir insan ayrımı, sosyal sınıfı dinlemiyor. Peki, ilahi olarak bizim hayatlarımız tehlikeye girdiği zaman mı devreye gireceğiz? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?Tarihimize baktığımızda, Osmanlı’dan başlayarak, 23 Nisan 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasıyla ilk TBMM’si Kurtuluş Savaşı’nı o günkü şartlarda başarıyla sevk ve idare ederek her türlü sıkıntıya göğüs gererek bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bizlere hediye etmişlerdir.Peki, böyle mi olmalıydı? Osmanlı’nın torunları olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birer varisleri olarak, ellerimizi vicdanlarımıza koyduğumuzda bu yönetimde bir şeylerin eksik olduğunu fark etmemek için kör ve sağır olmak lazım. Niçin mi?Bugün adalet yönetim vesayetinin baskısına girdiği için, medya vesayete kurban olduğu için, düşüncelere frangalar vurulduğu için ve nasıl Kuran dinimizin temeli ve anayasası ise, adalet de devletimizin temeli ve anayasasıdır.Hz. Ömer’in dediği gibi: “Ben minareyi yıkarım ama adaleti yıkmam.”Peki, yönetimler yanlıştan dönüp asıl işi olan millete dönemez mi? Elbette, yol çamursuz insan kusursuz olmaz. Tabii ki insanlar hata ve yanlış yaptığı gibi, devletler de yanlış yapabilir. Önemli olan hatasını görüp milletin istek ve temennilerine dönüş yapmaktır.Haydi devletim, bu ülke insanları her zaman sizin yanınızda oldu. Sizi iktidar yaptı, sizi cumhurbaşkanı yaptı. Kısacası sizi ödüllendirdi. Şimdi sıra sizde; bu millete vefa borcunuzu ödemek için, Türk milletine bela olan işsizlik, yokluk ve açlığa savaş açıp bitirmek için, İstiklal Marşımızın mimarı Mehmet Akif Ersoy gibi sırtında paltosu yokken bu marştan kazandığı para ödülünü Darül Mesai Vakfı’na bağışladı. Siz de ilk fedakarlığı kendinizden başlayarak, üç aylık maaşınızı Türk milletine hediye ederek Türkiye Devleti’nde milletin ekonomisini düzeltmek için Tekalifi Milliye’ye (Ulusal Yükümlülüklere davet ediyoruz.Bu güzel temenni ve önerimizin vuku bulmasını dilerken, yüce milletimizin o güzel günlere dönmesi dileğiyle, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.