1- 11 ilimizi etkileyen, on binlerce yurttaşımızı kaybettiğimiz depremlerin üzerinden tam bir yıl geçti. Depremin ardından, yıkım yaşanan kentlerin bir yılda ihya edilerek yeniden ayağa kaldırılacağına dair popülist söylemler, yaklaşan seçimlerin gölgesinde Cumhurbaşkanı ve dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanı gibi en yetkili kişiler tarafından dile getiriliyordu.
2- TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak bir yılda kentleri yeniden inşa etmeyi vaat etmek yerine bölgesel ölçekten mahalle birimlerine kadar planlı, şehircilik ilke ve esaslarına uygun bir sürecin izlenmesi gerektiğini sıklıkla belirttik. İlk aşamada, tüm yurttaşlarımız için insan onuruna yaraşır, nitelikli geçici barınma koşullarının sağlanmasının, güvenli ve sağlıklı barınma ihtiyacının kapsamlı bir sosyal konut atılımı ile birlikte düşünülmesinin, tüm sektörleriyle birlikte bütüncül bir yeniden inşa sürecinin organize edilmesinin önemi üzerinde durduk.
3- Fakat benzer yıkımların yaşanmaması ve dirençli kentlerin inşası adına en önemli aracımız şehir planlama süreçlerinin sağlıklı işlemesi iken, daha depremin üzerinden 18 gün geçmişken planlama meslek alanı bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile tamamen devre dışı bırakıldı.
4-Acele yer seçim kararlarıyla kimi bölgelerde kalıcı konut inşaatlarına başlandı. Bütünleşik riskler gözetilmeden yer seçimleri yapıldığı için yangın, sel gibi farklı doğa olaylarına karşı kırılgan alanlarda ya da sadece zemini sağlam yerlere kentleşme süreçleri ve bağlantıları düşünülmeden binalar yapılmaya başlandı.
5- Deprem bölgesi ilçe ilçe, yaklaşık inşaat maliyetlerinin oldukça üstünde bedellerle müteahhit gruplara paylaştırıldı. Kentlerin önemli mekanları planlamanın temel ilkeleri düşünülmeden parsellenerek “star mimarlara” sunuldu. Bütüncül planlama yaklaşımı yerine rezerv alan ve riskli yapı ilanı gibi idari işlemlerle yıkıma uğrayan alanlarda yapılaşma kararları verildi. Tüm bunlar hızlı bir performans görüntüsü sunmak için yapıldı.
6- Bugün ise görüyoruz ki karar alma süreçlerine halk katılımını engelleyen, plan hazırlama, askı ve itiraz süreçlerini devre dışı bırakarak planlamayı bir zaman kaybı olarak gören, vaziyet planı ile gelişigüzel yer seçimi yapan, bütünleşik afet risklerini göz ardı eden bu aceleci yaklaşım vadettiği hedeflere ulaşamadı.
7- Depremde resmi rakamlara göre yaklaşık 680 bin konut, 170 bin iş yeri; toplam 850 bin bağımsız birim kullanılamaz hale geldi. 2 Şubat 2024 tarihinde resmi makamlarca yapılan açıklamalarda ise 75.000 afet konutunun Mart sonuna kadar depremzedelere teslim edileceği açıklandı. Dolayısıyla, geçen bir yılın ardından kentlerimizde sadece kullanılamaz hale gelen bağımsız birimlerin yaklaşık %10`u oranında konutun inşa edilebildiği anlaşılmaktadır.
8- Bu durum, şaşırtıcı değildir. TOKİ`nin 2003-2022 yılları arasındaki yıllık ortalama 58.500 adet konut üretim performansı, tüm çabalara rağmen yaklaşık %30 oranında artırılabilmiş ve bir yılda 75.000 konut inşa edilmiştir. Bu sürede tarihsel birikimle oluşmuş temel ilkeleri, imar mevzuatının doğruları terk edildiği için plansız, saçaklanmış, kimliksiz yaşam alanları üretilmiştir. Son açıklamalara göre söz verilen tüm kalıcı konutların ve iş yerlerinin inşasının ise en erken dört yıl içerisinde bitirilebileceği anlamına gelmektedir.
9- Deprem öncesini ve deprem anını iyi yönetemeyen ilgili kurumlar, deprem sonrasındaki ilk bir yılı da iyi yönetememişlerdir. Yurttaşlarımızın bir an evvel memleketlerinde nitelikli barınma koşullarına erişmesi herkesin en önemli beklentisidir. Fakat, belki de yüzlerce yıl yaşayacağımız mekanların inşasının aceleye getirilecek, popülist söylemlerle şekillendirilecek bir konu değildir. Bu yüzden, tüm yetkilileri daha fazla telafisi mümkün olmayacak yanlışa mahal vermeden; bir taraftan sağlıklı, güvenli geçici barınma alanlarını tamamlamaya, diğer taraftan planlı, programlı, katılımcı, kamu yararına uygun, şehircilik ilkeleri doğrultusunda şeffaf ve bütünlüklü bir yeniden inşa yaklaşımını hayata geçirmeye davet ediyoruz.
AÇIKLAMA LİNKİ
|
|