Baskının sonu….(1)
Necdet Buluz
Geçenlerde deneyimli gazeteci kardeşimiz Cahit Çataloğlu’nun sosyal medyada yazdığı “Acı son” başlıklı İran devrimini anlatan yazısını yayınlamıştık. <yazı büyük ilgi gördü. Şimdi” sonu” adlı yazıyı iki bölüm halinde sizlerle paylaşıyoruz.
“İran İslam Cumhuriyeti.
Şimdilerde nüfusu 84 milyon 620 bin kişiyi aşan İran 1 Nisan 1979 tarihinden itibaren dünyada kendine özgü şeriat anlayışıyla yönetiliyor.
Kadının bazılarınca erkeğe hizmet etmekle görevli “Et” olarak görüldüğü, saçının tek bir telinin bile görülmesinin sakıncalı sayıldığı salakça, çağdışı bir düzen anlayışı.
Modern yaşam ve özgürlük seçeneği dururken, insanca yaşam sürmek varken neden ve hangi gereksinim için şeriat?..
Ne var bu şeriatta?
Akıl sağlığı yerinde olan normal bir insan modern hukuk yerine din hukukunu neden tercih eder?
Ortaçağda kalmış, günün gerçeklerinden kopuk hurafelere kapılarak yaşamak neyin kafasıdır?
Aydınlık düz otoban varken İran neden karanlık, bozuk yan yola saptı?
**********************
Tek başına yönettiği İran’da ülke kaynaklarını soyan, hürriyet ve adalet olgusunu ortadan kaldıran Rıza Şah Pehlevi Ocak 1979 da ailesiyle birlikte ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Zalim diktatör Pehlevi yandaşlarıyla sarayında mutlu şekilde yaşarken aslında 2500 yıllık köklü tarihi ve kültürü bulunan bu zengin ülkenin fertleri haketmedikleri sefaleti çekiyordu.
İşsizlik yaygınlaşmış, alım gücü azalmış, hayat her geçen gün daha pahalı olmaya başlamıştı.
Gençler ülkeyi terk etmek istiyorlardı.
Saray ve yakın çevresi haricinde halk İran’ın geleceğinden karamsardı.
Kitleler giderek isyan ediyordu ancak baskılardan ötürü sesini çıkaramıyor, sessiz isyanını içine gömüyordu.
Esnaftan aydınlara, üreticiden sanatçılara, işçilerden sanayicilere, ev hanımlarına, emeklilere varıncaya kadar herkes bir an önce Şah’tan kurtulmak istiyordu.
************************
Acem halkı süpermen tadında bir kurtarıcı bekliyordu.
Şah Pehlevi için daha önce “İranlıları Amerikanın köpeğinden bile daha değersiz hale getirdi” dediği için 18 ay hapis yatan, çevresinde sevilen ve sayılan Humeyni hapisten çıkınca Türkiye’ye Bursa’ya sürgüne gönderilmiş, kısa bir süre sonrada Şah’ın emriyle Irak’a sürülmüştü.
Şah bu defa Humeyni’yi Paris’e sürgüne gönderdi.
Aslında Paris havası Humeyni’ye çok iyi gelmişti.
Şah istemeyerek Humeyni’ye hayatının iyiliğini yapmış onu adeta cilalamıştı.
Zira hür bir ortamda özgürce konuşma ve Şah’ı eleştirme şansına kavuşmuştu.
Humeyni 5 aylıkken babasını kaybetmiş, 15 yaşında da annesi ölünce boynu bükük bir öksüz olarak çevresindeki insanların desteğiyle hayata tutunmuştu.
Dini eğitimle büyüyen Humeyni’nin hak ve hukuktan ayrılmayacağı, kul hakkı yemeyeceği, yalan söylemeyeceği ve en önemlisi halkını, devletini soymayacağı, soyulmasına izin vermeyeceği kesindi.
İşte aranan ideal profil bulunmuştu.
*************************
1973 yılının ilk haftalarıydı.
Ben o dönemde Paris’te öğrenciyim.
Çok katı yayıncılık kuralları olan Fransız devlet kanalı ORTF’nin en fazla izlenen 1. kanalı akşam ana haber akışında Humeyni ile kısa bir söyleşiyi ekrana getirdi.
Normalde olacak iş değildi.
Olduğuna göre bu görüntü olabilecek pek çok olaya da gebeydi.
Nitekim haftada 2-3 gün, sarıklı molla ekranlarımıza misafir olmaya başladı.
Sıradışı bu gelişmelerde ABD’nin, İngiltere’nin ve Fransa’nın parmağı olduğu kesindi.
Okuldan yakın arkadaşım Tahranlı zengin ve tanınmış bir ailenin kızıydı.
Babası Tahran Barosu Başkanı ve Şah Pehlevi’ye yakın duran kişilerden biriydi.
Arkadaşım günde iki defa babasını aradığından en son haberleri alabiliyorduk.
Sansasyonel bazı gelişmeler henüz Tahran’da duyulmamışken biz Paris’te öğrenebiliyorduk.
1973 yılının sonbaharına geldiğimizde, 70 yaşını aşan Humeyni’nin şayet yaşarsa İran’ın başına geçeceğinden adımız gibi emindik.
İran halkı Şah Pehlevi’nin artan baskısına ve mutlak yönetim şekline rağmen Humeyni’yi bağrına basmıştı artık.
İranlılar için doğum sancıları başlamıştı ancak bebeğin ne zaman avaz çıkaracağını kestiremiyor, tahminlerimiz 1975-76 yıllarına işaret ediyordu.
*******************
İran halkı o dönemde Şii imam Humeyni’nin arkasından değil de örneğin toplumsal liderliğine, ekonomi bilgisine ve yönetim anlayışına güvendiği bir Başpiskopos, papaz veya Hahambaşı’nın arkasından yürüseydi ne olurdu?
İran bugün İslam Cumhuriyeti değildi.
İran’ın şeriata teslim olması halkın İslamiyete yakın oluşundan değil, Şah’a duyduğu öfke ve tepkiden kaynaklanır.
Humeyni toplamda 14 yıl sürgünde kaldıktan sonra 1 Şubat 1979 günü Tahran’ın Mehrabad havalimanına Air France uçağıyla indiğinde kendisini rekor düzeyde, 3 milyon civarında İranlı karşıladı.
İzdihamdan ezilip yaralananlar, ölenler vardı.
Onu çılgınca alkışlayanlar arasında aydınlar, sanatçılar, müzisyenler hatta komünist partililer vardı.
Sevinçten gözlerinden yaşlar akan Tahranlı eskort kızlar vardı.
İslami kurallar bir yana, hayatında hiç oruç tutmamış, namaz kılmamış yetişkinler bile imam Humeyni ve arkadaşlarını bağrına basıyordu.
İran halkı sanki efsunlaşmış, tek bir kişiye hipnotize olmuştu.
Humeyni o gün havalimanında yaptığı kısa konuşmada, inanç, mezhep, meslek, eğitim, cinsiyet ayrımı yapmayacaklarını, İran’ın bir bütün olarak mutlu günlere yürüyeceğini söyleyince toplumsal coşku zirveye çıktı.”