KORKUTAN SİSTEM
Ferruh SİDAR-
Venezuela’da yaşanan gelişmelere kafa yorarken, haftalar öncesinde; başkanlık tartışmalarının
alevlendiği günlerde, kimi uzmanların Başkanlık Sistemi’nin ABD’de hangi gerekçelerle başarılı
olduğunu dönüp dönüp -sabırla- anlattığı zamanları yeniden anımsadım. “Güney Amerika’da da
başarılı örnekleri var,” diyerek yönetim biçiminin yaygınlığını savunan bazı bilgi saptırıcı adamların da
doğal olarak sesi çınladı kulaklarımda.
Venezuela’da seyreden birtakım sorunların yanında Yüksek Mahkeme’nin 29 Mart’ta aldığı kararla
-muhalefetin çoğunlukta olduğu- Ulusal Meclis’in yetkilerini devraldığı yönündeki açıklaması
felaketlerin önünü açmış görünüyor. 7 Nisan’da Muhalefet Lideri Henrıque Capriles’e 15 yıl siyaset
yasağı getirilmesi, Savunma Bakanı V. Padrino’nun Devlet Başkanı Maduro’ya ordunun kayıtsız şartsız
bağlı olduğunu bildirmesi ve nisan sonuna doğru ölüm sayısının otuzu bulması yaşanan bunalımın
şimdiki satırbaşlarıdır.
Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun verdiği, Amerikan Devletleri Örgütü’nden ayrılma talimatı da
ayrı bir konu. Simon Bolivar’ın hayaline eş değer bir Batı Yarımküre Birliği midir? Bilinmez. Fakat ADÖ
elçilerinin; Meksika, Brezilya, ABD ve diğer 13 ülkenin Venezuela’daki durumu ele almak için
yapacakları Olağanüstü Dışişleri Bakanları Toplantısı önem arz ediyor…
Yukarıdaki gelişme azınlık hükümeti durumunda kalan başkanların -tip modelde- genellikle yaşayıp
yaşatacağı bir gerçek. Uzmanların anlatımıyla; “ABD modelinde rastlanmayan; yasa gücünde
kararname yapma, kanun önerme, kanunları referanduma sunma, anayasa değişikliği önererek
– demokratik niteliği zayıf- halk oylamasına götürme gibi yetkileri vardır başkanların. Ve bu durum,
onların anayasal yetkilerini kullanarak meclisi işlevsiz hale getirmelerine olanak sağlıyor ister
istemez…”
Başkanların aşırı güçlenmesine neden olan bir başka hal ise, “başkanın siyasi partisinin çoğunlukta;
baskın parti konumunda olmasıdır. Meksika örneğinde olduğu gibi, başkanın parti çoğunluğunun
elindeki yasama organı -gönüllü olarak- gücü başkana teslim edebiliyor. Zayıf yasama ve yargı
organlarının ve tam demokratikleşmemiş aşırı başkanlık yetkileri kullananların oluşmasını
destekleyen; Latin Amerika’da ve Afrika’da çok net gözlemlenen kimi (tarihi-kültürel) davranışsal
özellikler ve kurumsal dinamikler de mevcuttur. Bunların başlıcaları, partilerin yanaşmacı (siyasi
sadakat karşılığı çıkar dağıtıcı) yapıları, başkanların ekonomik kaynakları kontrolün tekeline sahip
olması; özellikle bütçe ve vergi kanunu gibi yasaları önerme tekeli, kamu kaynaklı harcamaların tüm
kontrolü, yine başkanların yasama adaylarının seçiminde tekele sahip olması…”
Gerçek demokrasi konusunda puanlanan 49 ülke arasında yalnızca 6’sı (ABD, Güney Kıbrıs, Palau,
Kosta Rika, Şili ve Uruguay) başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Otoritelerin bakışıyla aktarırsak eğer, “Bu
ülkeler içinde en istikrarlısı ABD’dir. Kuvvetli yargı bağımsızlığı ve -yasama başka partinin yürütme
başka partinin kontrolünde- bölünmüş hükümet ile şekillenen bir kontrol-denge sistemi, disiplinsiz;
ideolojik ayrışmaları ve kutuplaşması düşük, iki parti arasında iktidarın paylaşımı ve el değiştirmesine
açık bir yapı.
Diğerlerine gelince, “Güney Kıbrıs ve Palau oldukça küçük ada ülkeleridir. Bu yönüyle başkanlık
sistemine yönetim kolaylığı getirdiği düşünülebilir. Geri kalan Latin Amerika ülkesi olan Uruguay, Şili
ve Kosta Rika diktatörlük geçmişinden uzun mücadeleler ve bedeller sonucu kurtulabilmiştir.
Demokratikleşmelerinin anahtarı ise; kutuplaşma seviyesinin düşmesi ve koalisyon hükümetleridir.”Ferruh Sidar
27 Nisan 2017