‘EVET’İ ANLATAMIYORLAR!
AKP, adına ne derse desin, kendi mutfağında hazırladığı Başkanlık Sistemi’ne ilişkin tasarıyı
MHP’nin meclisteki ayağına yaslanarak servis etmeyi başarsa da, ünlü hukuk adamlarının;
“demokrasiyi amaçlamıyor,” dediği kısmi anayasa değişiklik önerisini anlatmakta zorlandığı çok açık.
Söz konusu projenin kişiye özgü olduğu ile “tabii ki tek adam olacak, ne olacaktı?” gibi
dillendirmelerin yanında, hatiplerin ‘hayır’ cı kesimi teröristlerle eşitlemesi; yandaş yazar
Abdurrahman Dilipak’ın deyişiyle, “ne yapacağını bilememe” halini gösteriyor yönetimin.
Almanya, Hollanda ve diğerleriyle yaşanan çekişmenin kendilerine iki puan getirdiği savıyla nefes
almış gibi görünseler de, ilk günlerden itibaren her şeyin yolunda gitmediğini biliyorlar. Bunun ifadesi
olarak, yaşadıkları endişeyi; “hiçbir şey için geç değil,” diye aktarmıştı Dilipak. (3 Mart 2017/Yeni Akit)
Evet cephesi, söylem değişikliğiyle: “Güçlü Türkiye/ Evet çıkacak terör bitecek/ Ekonomi
güçlenecek, enflasyon düşecek” gibi sloganların yanına -yaşanan gelişmeler nedeniyle- Batı’ya
yönelik; “Haçlı Seferi başlattılar/ İslam karşıtlığına Türk karşıtlığını da eklediler…” gibi vurgulamalar
katarak kampanyada zorlanmayacağını sanabilir. Ancak, Sami Selçuk’un, “Bir ölümlüyü,
ölmeyecekmiş gibi her şeye kadir, kadir-i mutlak kılacak,” diye tanımladığı sistemi böylece savunmak
kolay görünmüyor doğrusu. Nitekim öyle olduğunu -anayasa profesörüdür diye- kanal kanal
gezdirilen Burhan Kuzu’nun çıkmazından anlayabiliyoruz. 27 Şubat gecesi CNN Türk’ te, CHP’li
Muharrem Erkek’in: “ Yeni düzenlemeye göre Cumhurbaşkanı, atadığı kişiye yetkilerini hastalığı
nedeniyle devretmesi halinde ülkeyi onun yönetmesi uygun mu?” mealindeki sorusuna Burhan Kuzu;
“ne var canım, seyahat ya da hastalık gerekçesiyle birkaç günlük devirden ne çıkar,” diye karşılık
vermişti. Fakat onun asıl düşüncesi, CHP’li vekilin; “hastalık uzun sürerse, ne yapacağız?” sorusuna
verdiği yanıtla belirdi. Burhan Kuzu; “CHP kafası hep böyle çalışıyor, daima negatif yönden bakıyor
olaylara,” anlamında insana dilini yutturacak bir cümle kuruverdi rahatlıkla. Öyle ki, konuları
irtibatlandırma sorunu olduğu söylenen Ahmet Hakan bile meseleyi yıldırım hızıyla kavrayarak
sorusunu esirgemedi Burhan Kuzu’dan. “Olur mu hocam, sistem kuruluyor; öyle düşünme, böyle
düşünme denebilir mi?” dedi. Dünden bugüne başkanlık sistemini dilediği gibi eğip bükmekten
çekinmeyen Burhan Kuzu’nun hızlı yanıtıysa şok ediciydi o gece. Demokrasi iddiasındaki hazret:
“Orası öyle, ama bu haliyle halk karar verecek,” dedi, diyebildi. Yani, bize özgü dedikleri sistemi
savunamadı. ABD sistemini överken; “zavallı Obama, ek bütçeyi bile meclisten geçiremedi,” dedikten
aylar sonra, Trump’ın kararnamesini sıradan bir savcının yürürlükten kaldırması, yine G. Kore’yi
överken yolsuzluk iddiasıyla Güney Kore Devlet Başkanı Park’ın Anayasa Mahkemesi’nce görevinden
alınması sırasındaki tavrı gibi sessiz kaldı bu arkadaş. Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev’in bir imzayla
karısını başkan yardımcılığına getirmesi olayındaki gibi telaşlanmadı; zihninde çizdiği söylemlerini
herkesin, kendi gibi karaladığını veya sildiğini sandı belleğinden. Belki de hiç umursamadı. Hazret, o
gece -AKP’nin en kıdemli anayasa uzmanı olarak- başkan yardımcılarının bilinmeyen sayısı ve
yeterliliği konusunda da çuvallamıştı. CHP temsilcisinin, vekâlet alan 18 yaşındaki bir başkan
yardımcısına ilişkin senaryosunu abartı olarak nitelemiş, söz konusu yasa ile bunun mümkün olup
olmadığı sorusunu da “niye olsun canım” diye geçiştirmişti; “hayır, bu yasa çerçevesinde olmaz,”
diyememişti. Atanmış başkan yardımcılarının dokunulmazlığı konusunda ise soluğu kesilmişti anayasa
profesörünün.
AKP sözcülerinin açıklayamadıkları yalnızca bundan ibaret değil elbette. Özellikle, başkanın
(Cumhurbaşkanı’nın) çıkaracağı kararnamelerle yasama yetkisine ortak olacağı, tüm yüksek yargıçları
ve yüksek yargı kurulunu doğrudan ve dolaylı olarak belirleyeceği, dolayısıyla güçler ayrılığının
birleşeceği, partili başkan sıfatıyla cumhurun başkanı olmayacağı-olamayacağı, uluslararası sözleşme
yapacağı, dilediği gibi kamu tüzel kişiliği kuracağı, bütçe yapıp kullanacağı, imkânsız hale getirildiği için
denetimin yapılamayacağı, karar verdiği anda meclisi feshederek seçime götüreceği, milli güvenlik
siyasetini belirleyeceği, simgesel değil gerçek başkomutan olacağı gibi konulardaki iddiaları da
karşılayamıyorlar. Dahası, rejimi maceraya sürükleyeceği gerekçesiyle proje sahiplerini TV ekranlarına
ısrarla çağıran ‘hayır’cı kesimin sözcülerini yalancılıkla suçluyorlar meydanlarda, argümanlarını
böylece çürütebileceklerine inanıyorlar…
Demokrasi eksikleri olmasına karşın “demokratik cumhuriyet” olan rejimimizi; “bize özgü” diyerek,
kendilerinin de inanmadıkları bir sistemle (ne uğrunaysa?) riske atmadıklarını anlatamıyorlar velhasıl.