MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 12. Olağan Kongre hazırlıklarının 9 Ekim 2016’da başlayacağını açıklayarak, parti içi muhalefete “MHP’nin kongre süreci 18 Mart 2018’dir. İmzayı kim ne kadar toplarsa toplasın, kabulü mümkün olmayacak. Bizimle değil, mahkemelerle haklarını savunmalarını tavsiye ederiz” diye seslendi. Bahçeli, dün Kızılcahamam kampında aldıkları kararları açıklarken özetle şunları söyledi:
KABULÜ MÜMKÜN DEĞİL
“Lüzumsuz bir şekilde 69 gündür sürdürülen tartışmalara son vermek, bazı çevrelerin bu hakkı kullanma yolundaki tahrik ve teşvikiyle yanlış yola sürüklenmeleri önlemek için bu karar alınmıştır. Bu tüzüğe uygun bir karardır. Ondan öncesi bizi ilgilendiren bir konu değildir. İmzayı kim ne kadar toplarsa toplasın, müracaatları halinde kabulü mümkün olmayacak. Yasal haklarını kullanma yolu da açık olacaktır. Onun için önümüzdeki günlerde bizimle değil mahkemelerle haklarını savunmalarını tavsiye ederiz. İmzaların geçerli olduğunu düşünenler sulh mahkemelerine müracaat edebilirler.
YENİ İHRAÇ İŞARETİ
Demokratik hakkın kullanılmasında disiplin cezası olmaz; ancak bu hakkı kullanırken siyasi varlığımıza acımasızca hakaret eden kişiler hakaretlerinin karşılığında gerekli cezalarla muhatap olacaktır. ‘MHP’de sular durulmuyor’ diyorsunuz. MHP’nin binası kayalar üzerinde kurulmuş, altında su sızan bir yer yoktur. Bugüne kadar olağanüstü kongre talebinde bulunanlar imza toplayıp göndermemiştir. Önümüzdeki günlerde bu uygulanır ise MHP, Siyasi Partiler Yasası, tüzük ve siyasi anlayışı içerisinde gereğini yapacaktır. Yani bu ille de imzalar geçerli kabul edilip olağanüstü kongre yapacağı talebi olmaz. Başkalarının imza toplama gibi durumu varsa, parti yönetiminin de partiyi kargaşa ve çatışmadan uzak tutma gibi bir görevi de vardır. Önce bir imzaları görelim neyin nesidir.
YPG terörü geçen hafta Fırat’ın batısına geçmiş, Teşrin Barajı’nı ele geçirmiştir. Buna karşılık hem Erdoğan hem de Davutoğlu, ısrarla bu terör kuşatmasını inkar etmiş, bölgeden gelen haberlerin doğruları yansıtmadığını vurgulamışlardır. Türkiye’nin Lübnanlaşması, hız kazanmıştır. Cizre, Silopi ve Sur’da Ayn el Arap, yani Kobani provaları yapılmaktadır. Kazılan hendeklere bin yıllık kardeşliğin imhasını sağlayacak etnik dinamitler döşenmiştir.
BAŞBAKAN’A ÜÇ UYARI
Başbakan Davutoğlu hendekler kapatılıncaya ve kamu düzeni sağlanana kadar operasyonların süreceğinden bahsetmiştir. Boşa konuşmaktadır. Bunlar yalancı, korkak, nankör ve ikiyüzlüdür. Bunlar Türklüğün hasımı, Türkiye’nin iktidardaki muhalifidir.
Davutoğlu, ‘Nasıl bir ülke olmak istiyoruz sorusunun cevabını yeni anayasa metnine, ruhuna ve lafzına yansıtmak durumundayız’ sözlerini ağzından çıkarmıştır. Bizim nasıl bir ülke olduğumuzu hâlâ bilmeyen bir şahıs başbakandır. Kendisini milli bir sesle uyarıyor ve kendine gelmesini diliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti milli ve üniter bir devlettir. Bu bir. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, tartışma götürmeyecek bir ilkedir. Bu iki. Türkiye Cumhuriyeti devleti bağımsız yaşama ülkümüzün, birlik içinde var olmamızın muhteşem bir eseridir. Bu da üç.
İKİ MİLLETLİ DEVLET
Öncelikle iç ve dış bölünme lobilerinin bize dayattığı iki milletli bir devlet modelidir ve bu kapsamda namert bir faaliyet yürütülmektedir. Anlaşılan tereddüt, üniter devletin yapısına uyum konusunda veya devleti dönüştürme kapsamında çıkacak sorunların nasıl göğüsleneceğinde düğümlenmektedir.”
DESPOT DEĞİL ANAYASA GEREK
“Türkiye’ye seçilmiş despot değil, yeni bir anayasa gerekmektedir. Türkiye’nin sorunu sistem değil, var olan sistemin makul ve ahlaki çalıştırılmaması, devletin rasyonel ve hızlı karar alacak ehil ve milli ellerde olmamasıdır. Bugün başkan olanlar, yarın krallık iddiasında bulunurlarsa nasıl mani olacağız? Anayasadan Türklüğün ayıklanması ahlaksızca planlanırken, dikkat etmemiz gereken gelişmeler vardır. Türklük bir alt kimlik olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Erdoğan’ın ‘Türklükle karşıma gelmeyin’ pervasızlığı bunun için seslendirilmiştir.”